Savaş koşulları, askeri harcamalar, dış borç ödemeleri, israf ve bürokrasi bundan 100 yıl önce girişimcilerin önündeki en büyük engeldi. Cumhuriyetle birlikte özellikle mübadele ile Türkiye’ye göç eden girişimciler sayesinde ilk adımlar atıldı, yeni bir sanayileşme hamlesi başlatıldı
1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduktan ve Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra ülkenin ve ekonominin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden biri tarımda ve sanayide yeterli üretim düzeyi idi. Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı, fabrikalarda ve tarlalarda çalışabilecek genç nüfusta 1 milyon kişiye yaklaşan bir azalma ortaya çıkarmıştı. Dünya Savaşı sırasında tırmanan enflasyon, Balkanlardan ve Anadolu’nun işgal altındaki bölgelerinden devam eden göç, yoksulluk, kıtlık ve salgın hastalıklar insanları bunaltmıştı. 1920’de tarımın ve sanayiinin gerçek durumunu anlamak için önceki 100 yılda yaşananları da bilmek gerekiyordu.
1820’den 1920’ye
1820’de başlayan Osmanlı’nın büyük sanayileşme hamlesinden, 100 yıl sonrasına büyük fabrikalar ile verimliliğini yükselten bir tarım sektörü kalabilseydi, Cumhuriyet döneminde ekonomi daha hızlı gelişebilirdi. Ancak savaşlar ve diğer olumsuzluklar bu mirasın oluşmasını engellemişti. 19. yüzyılın başından 1920’ye kadar geçen sürede Osmanlı 59 yıl boyunca çeşitli ülkelerle savaşmıştı. Bu süre örneğin Rusya’da 7 yılda kalmıştı.
1854’te başlayan dış borçlanma yüksek faizler nedeniyle sürekli katlanıyor, anapara ve faiz ödemeleri tarım, eğitim, sağlık ve sanayi yatırımları için fazla kaynak bırakmıyordu. 1881’de ise alacaklıların temsilcilerinden oluşan Duyun-ı Umumiye idaresi bazı önemli vergileri toplamaya başlamıştı. Sanayi tesisleri, borç ödemelerinden ve savaşın sonuçlarından etkileniyordu. Örneğin 1845’de kurulan ve 1909’da iki Siemens-Martin fırınının eklenmesi ile modernleştirilen Zeytinburnu Demir Fabrikası, 1920’de atıl durumdaydı. Dönemin Osmanlı hükümeti mütareke yıllarında bu fabrikayı özelleştiremeyince fabrikada çatal-kaşık ve benzeri eşya üretilmesine karar vermişti. Diğer fabrikalarda ise üretim İstanbul’un işgalinden sonra durdurulmuştu.
Osmanlı döneminde Levantenlerin kurduğu dokuma, yağ ve çırçır fabrikaları ile Oriental Carpet Manufacturers gibi dev halı ihracat şirketi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile faaliyetlerine son vermiş veya devlet fabrikalara el koymuştu. Osmanlı tebaası Rumların Adana ve Tarsus’ta kurduğu mensucat (dokuma) fabrikaları 1919 sonrasında sahipsiz ve atıl kalmıştı. Üretimin devam ettiği kamu mülkiyetindeki İzmit Çuha (yünlü kumaş) ve özel girişimcilerin kurduğu Karamürsel Mensucat fabrikaları ise mütareke yıllarında İngiliz gambotları tarafından topa tutularak tahrip edilmişti. Devlete ait Bakırköy Bez, Hereke Halı ve Beykoz Kundura fabrikaları ile Tarsus’ta Rasim (Dokur) Bey’in Mısır’dan taşıdığı bez fabrikası üretimini sürdüren az sayıda büyük fabrikalar arasındaydı.
1920 yılında girişimcilik
Savaş koşulları, askeri harcamalar, dış borç ödemeleri, israf ve bürokrasi 1920 öncesini girişimciler için uygun bir dönem olmaktan çıkarmıştı. Bu nedenle 20. yüzyılın ilk 20 yılında girişimcilik eğilimi güçlü değildi. 1920 yılında faaliyet gösteren girişimciler arasında sabun üreten Sabuncuzade Hacı Şakir, Çapamarka Mama Fabrikası sahibi Mehmet Nuri Çapa, dönemin zeytinyağı kralı Sezai Ömer Madra, eşinin adı ile Adalet Battaniye fabrikasını kuran Süreyya (İlmen) Paşa vardı.
Un fabrikaları arasında Balat’taki İttihad Değirmencilik büyük ortak Trak Ailesi’nin Şark Değirmencilik Babanzade Ailesi’nin yönetiminde faaliyet gösteriyordu. Ethem Pertev ve Necip Süer’in faaliyet alanı makyaj ve temizlik malzemeleriydi. Bursa’da ipek atölyeleri, Denizli, Tokat, Antep ve Kayseri gibi küçük sanayi merkezlerindeki küçük girişimcilerin dokuma tezgâhları, ithalatın neredeyse imkânsız olduğu zor günlerde Anadolu’nun ihtiyacını karşılıyordu. Ancak yeni başlayan betonarme inşaata ve diğer sanayi dallarına girdi sağlayacak bir demir-çelik fabrikası ortada yoktu.
Anneler girişimciliğe karşı
Osmanlı döneminde, hatta Cumhuriyet’in ilk döneminde girişimciliğin yeterince gelişememesinin önemli bir nedeni yabancı sermayeye tanınan imtiyazlar ve kapitülasyonlar olmuştu. Ancak o dönemde girişimcilerin toplumdaki itibarının yüksek olmaması da gençlerin bir noktaya kadar moralini bozuyordu. Aileler, çocuklarının kalem efendisi, kaymakam, zabit ve muallim olmasını istiyor, o dönemdeki adıyla müteşebbisliğe pek sıcak bakmıyordu.
Servet-i Fünun dergisini kuracağını söyleyen Ahmet İhsan’ı (Tokgöz) annesi “Ben seni şimdi nasıl evlendireceğim? Esnafa kim kız verir” diyerek azarlamış, sonra ağlamıştı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi’ne mimar olmak için kaydını yaptıran müteahhit Arif Hikmet Koyunoğlu’nu yakınları dülgerliğe heves ettiği için eleştirmişti. Osman Boyner, 50’li yıllarda konfeksiyon işinin geleceğini parlak görüp şirket kurmayı planlayınca kayınpederinin “Ne işin var terzilikte? Sen kumaşını sat” eleştirisi ile karşılaşmıştı. İbrahim Bodur da 60’lı yılların başında “Biz eskiden beri kâtip, memur, paşa olmaya hevesliydik. Bu alanı yabancılara bıraktık” demişti. Bodur’un vurguladığı gibi 1930’lu yılların sonuna kadar sanayi ve altyapı tesislerinin önemli bir bölümü yabancı sermayenin mülkiyeti altındaydı.
Göç eden girişimciler
1920-1923 yıllarında ve mübadele sonrasında yabancı sermayenin ve azınlıkların kurduğu fabrikaların önemli bir bölümü atıl kalınca çok sayıda girişimciye ihtiyaç duyuldu.
Girişimcilerin yetişmesi ve girişim kültürünün oluşması ancak belirli bir süre sonra mümkün olabilecekti. Tam bu aşamada Türkiye’ye göç eden uyanık ve yetenekli bir göçmen kuşağı imdada yetişti. Halil Ali & Brothers şirketini kurup dünyanın birçok ülkesinde faaliyet gösteren Halil Ali (Bezmen), İzmir’de 1922’de elle çalışan bir makine ile makarna üreten Hasan Tahsin Piyale, 1919’da ilaç fabrikasını kuran Abdi İbrahim, uzun süre elektrikli eşya ticareti yapan daha sonra kablo ve takım tezgahları fabrikası kuran Eli ve Daniel Burla Selanik’ten göç etmişti. Pınar Süt markasının sahibi Yaşar Holding’in sahibi Durmuş Yaşar Rodos’dan, koyu yeşil renkli Willys ciplerini 50’li yıllarda üretmeye başlayan İbrahim Fazıl Verdi Girit’ten yeni vatanlarına ayak basmıştı. Ülker Bisküvi şirketinin kurucuları Sabri Ülker ile Asım Berksan Kırım’dan, Eti Bisküvi’yi kuran Firuz Kanatlı’nın babası Ahmet Bey Gümülcine’den ve 1925’de silah fabrikası kuran Şakir Zümre ile bir zamanlar Massey Ferguson traktörlerini üreten Uzel Ailesi Bulgaristan’dan göç etmişti.
Yeni bir hayata, yeni bir iş ile başlamak isteyen bu göçmenlerin başarısı genç kuşak girişimciler için iyi bir örnek oluşturmuştu.
1920-1950 dönemi
Cumhuriyet’in ilk 10 yılında Anadolu ve Trakya’nın çok sayıda il ve ilçesinde yerel eşraf, büyük çiftçiler ve tüccarın ortaklığı ile hemşeri şirketleri ve bankalar kurulmuştu. Cumhuriyet dönemi yöneticileri girişimciliğin önemini biliyorlardı ve 1927 yılında yeni fabrika kurmayı düşünenler için Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmıştı. Bu kanun dönemin büyük sermaye sahibi ithalatçılarının ve varlıklı müteahhitlerin yatırım iştahını kabartmıştı.
Tam bu sırada ABD’li Henry Ford, Ortadoğu ülkelerine ve Sovyet Rusya’ya ihraç etmeyi düşündüğü otomobiller için 1929 yılında İstanbul Tophane’de bir montaj fabrikasını faaliyete geçirmişti.
Tüm bu olumlu gelişmeler ekonominin talihini döndürecek gibi görünüyordu. Ancak 1929 yılının kasvetli sonbahar günlerinde patlayan Büyük Kriz tüm umutları yerle bir etti. Banka sistemi henüz tam anlamıyla gelişmediği için işletme kredisi bulamayan hemşeri şirketleri üretimlerini durdurdu. Teşvik Kanunu’ndan sonra yatırıma niyetlenen sermaye sahipleri proje dosyalarını rafa kaldırdı. Henry Ford ise kriz nedeniyle fabrikasını kapattı. Bu fabrika üretimine devam etseydi, zamanla gelişecek yan sanayi tesisleri, otomotivdeki atılımı 1970’den 40 yıl önce başlatabilecekti belki de…
Bu dönemde sanayi tesislerini kuranlar arasında müteahhit Ali Naki Erenyol ve Nuri Demirağ ile tüccar ve ihracatçı Vehbi Koç vardı. Erenyol’un sonraki on yıllarda kurduğu dört büyük fabrika 70’li yıllardan sonra aile içi sorunlar nedeniyle kapanmıştı. Büyük hayallere sahip Nuri Demirağ, uçak fabrikası kurmuş ve Boğaziçi Köprüsü’nün inşaatına talip olmuş, siyasete merak sarınca girişimciliği unutmuştu. Vehbi Koç ise kurumsallaşma konusunda, sanayi tesislerinin kuruluşunda ve yabancı sermaye ile yatırım ortaklığında erken davranması sayesinde sürekliliğini sağlamıştı. Adana’da atıl durumda bulunan Milli Mensucat fabrikasını devralan Nuh Naci Yazgan, Nuri Has ve arkadaşları başarılı olmuş ve bölgenin ihtiyacını karşılamışlardı. Erez ailesi ve Eskişehir’deki Kılıçoğlu ailesi bu dönemde tuğla ve kiremit imaline başlamışlardı. Kulalı Çolakoğlu, ABD’de halı mağazası açtıktan sonra kurduğu Kula Mensucat’ı 80’li yıllara kadar yaşatmasını bilmişti. İzmir’de şapkacılıkla işe başlayan Akgerman ailesi çimento fabrikası sahibi olmuş, Özsaruhan ailesi ise devlet zoruyla girişimci olarak ark ocağı ile çalışan ilk fabrika olan Metaş’ı kurmuştu.
1950 sonrası yatırımlar
Girişimciliğin tadını alan ve sanayicilikte iyi para kazanıldığını gören girişimciler 1950’den sonra devlet fabrikalarından yönetici ve hatta usta transfer ederek yeni sanayi yatırımlarını başlatmıştı. O yıllarda iş alanları bakir ve kâr marjı yüksekti. Örneğin Hüseyin Başarır gazoz şişesi kapağı ve Ali Hüsnü Türkoğlu düğme imalatı ile milyoner olmuştu. 1950’de ithalat serbestleşince ülkeye buzdolabı, elektrik süpürgesi ve radyo gibi elektrikli araçlar girmiş ve varlıklı kesim bu mallara hücum etmişti. Döviz rezervleri azalıp bu uygulamaya son verilince ailelerin eşya talebinin canlı olduğunu gören girişimciler yeni fabrikalar kurmaya başlamıştı. Vehbi Koç Otosan, Arçelik ve Demirdöküm fabrikalarını, Jak Kamhi Profilo’yu, Gülek Ailesi Hoover’i ve Grünberg ailesi Grundig’i 50’li yıllarda kurmuştu.
Eczacıbaşı Ailesi ilaç, kağıt ve sıhhi tesisat üretimine aynı dönemde girmişti. Karamehmet Ailesi’nin Çukurova Sanayi İşletmeleri’ni, Sabancı Ailesi’nin Bossa’yı ve Sapmaz Ailesi’nin Güney Sanayi’yi kurması Çukurova’daki mensucat geleneğini canlandırmıştı. Aynı dönemde Yalman Ailesi Chrysler, Özakat Ailesi BMC kamyonlarının montajını yapıyordu. 60’lı yıllarda Anadolu Grubu Kamil Kazıcı ve İzzet Özilhan önce otomotive daha sonra gıda ve meşrubat işine girmişti. Kadir Has ve A. Veli Menger, Mercedes 302’leri, ünlülerin terzisi iken sanayici olan İzzet Ünver Magirus otobüs ve minibüsleri üreten tesisleri aynı dönemde faaliyet geçirmişti. Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un üretim konusu ise makine imalatıydı. Alaton’un son yatırımı yüksek teknolojili bir stent fabrikasıydı.
1980-2020 arası dönem
1980 ile 2020 arasında burada sayamayacağımız kadar çok girişimci yeni sanayi tesisleri kurmuş, mevcutlarını tevsi etmiş ve modernleştirmişti. Bu girişimciler yaptıkları yatırımlar ile iç talebi karşılamış ve ihracatın artmasına katkıda bulunmuştu. Ancak yüksek teknolojiye sahip ürünleri üretenler ve küresel şirket olmayı amaçlayanların sayısı fazla değildi. Bu girişimci veya girişimci grupları arasında en çok dikkati çekenler ABD ve Çin’de jeneratör fabrikası kuran Kazancı Ailesi, paslanmaz çelik üretmeyi başaran Asım Kibar, tekstilci olmasına rağmen elektronik sektörüne girmekten çekinmeyen Ahmet Nafiz Zorlu ve 13 ülkede fabrikaları bulunan İbrahim Orhan oldu. ABD’de boru fabrikası kuran Kocabıyık Ailesi, yer karosu üretirken savunma sanayisine yatırım yapan Bodur Ailesi ve ABD’li ortağı ile ileri teknoloji ürünü karbon elyafı üreten Dinçkök Ailesi de küresel şirket olma yolunda büyük mesafe kaydetmişti.
Girişimcilerin geleneksel değerleri
Yeni dönemin girişimciliğinde “hız”, “inovasyon” ve “müşteri memnuniyeti” gibi son 30 yılın ilkeleri geçerliliğini koruyacak. Ancak cesaret, azim, adanmışlık duygusu ve hedef odaklanma gibi geleneksel değerleri geçmişte olduğu gibi gelecekte de önemli olacak. Yeni bir şey üretmenin heyecanı için bazen yıllarca sabretmek gerektiği, sosyal ve ekonomik gelişmenin mucizevi bir “sıkıştırılmış program”ı bulunmadığı bilinecek. Bazen hedeflere ancak on yıllar geçtikten sonra ulaşmanın mümkün olacağı hiç unutulmayacak.
İşte bir örnek: Bursalı Ferhat (Diniz) Usta’nın bant sistemi ile at arabası üretmesinden bir kuşak sonra Kemal (Coşkunöz) Usta yine Bursa’da karoseri atelyesi kurdu. Otomobil fabrikalarının kurulması 1970 sonrasında, otomotiv ihracatı ise ancak 21. yüzyılda mümkün olabildi. Karabük Demir Çelik’in kurulmasından sonra haddecilik ile işe başlayan Yazıcı Ailesi ve Çebi Ailesi bir kuşak sonra büyük fabrikaların sahibi oldu. İskenderun Demir Çelik ise Osmaniye’deki Tosyalı Ailesi’nin kurduğu tesislerin gelişmesini sağladı. Bursa’da soba borusu ve benzerlerini üreterek işe başlayan Ali Durmaz, Baykal ve Özkayan aileleri zamanla dünya kalitesinde ürünler imal etmeyi başardı.
Süreksizliğin sonuçları
Yukarıda sayılanların dışında çok sayıda yetenekli girişimcinin kurduğu şirketlerin ömrü en çok 35-40 yıl oldu. MAN Kamyon Fabrikası’nın kuran Ercan Ailesi, 40 yıllık birikimini 80’li yıllarda dönemin hükümetinin aldığı siyasi bir kararla 40 haftada kaybetmişti. Fuat Süren’in kurduğu ve 70’li yıllarda Türkiye’nin en büyük 5 holdinginden biri olan Transtürk Holding, 1982 Bankerler Krizi sırasında erimişti. 1910 ile 1960 arasında İstanbul Sultanhamam’daki tekstil piyasasının “kralı” olan Halil Ali Bezmen’in işleri, oğlu Fuat Bezmen zamanında daha da gelişmiş ancak torun Halil Bezmen eskimiş fabrikalara yatırım yapınca, “Dedeler kurar, oğullar geliştirir, torunlar batırır” sözü bir kez daha doğru çıktı.
Bazı girişimciler sattıkları fabrikalarından elde ettiği kaynağı eski tesislerinden daha ileri teknolojiye sahip yeni sektörlerdeki fabrikaların kuruluşunda kullanmak yerine alışveriş merkezi ve lüks konut işine girmeyi tercih etmişti.